Metal TR.NET - Yerli Gruplarina Sahip CIK !  
  Giriş veya Kayıt Ol
::  Ana Sayfa  ::  Hesabınız  ::  Forumlar  ::  Haberler  ::  Kritik  ::  Fotoğraf Galerisi  ::  Hosting  ::  Köşe Yazıları  ::
Menü
 Site
tree-T.gif Ana Sayfa
 Forum
 Haber Gönder
 Haber Arşivi
tree-T.gif Etkinlik Takvimi
tree-T.gif Site Kadrosu
 Extra
 Hosting
 En İyi 10
 İnteraktif
petitrond.gif Demo & Mp3 Arşivi
petitrond.gif Video İzleme
petitrond.gif Fotoğraf Galerisi
 Destek
 Destekleyenler
 Linkekle
 Bizi Öner!
 
İçerik
. Yerli Gruplar
. Yabancı Gruplar
. Biyografiler
. Albümler
. Albüm Kritikleri
. Röportajlar
. Köşe Yazıları
. Köşe Yazıları Arşiv
. Dergiler
. Etkinlikler
· Gitar & TAB
 
Albüm Kritikleri
· KORN - The path of totality
· Hypocrisy-A Taste of Extreme Divinity (2009)
· Cyntia - Endless World (2012)
· Tiamat - The Scarred People
· Moonspell Alpha Noir-Omega White.
· Ghost - Opus Eponymous
· Testament - Dark Roots of Earth
· Lamb of God - Resolution
· Volbeat Live From Beyond Hell/Above Heaven
· Pentagram - MMXII
 
Kısa Haberler

[ Haber Arşivi ]
 
Son 10 Haber
· 100 Metal Sunar: GAEREA
[ 0 yorum - 958 okuma ]
· Dark Tranquillity Türkiye Turnesi 2021
[ 0 yorum - 3261 okuma ]
· SECURIS yeni Albümünü yayınladı.
[ 0 yorum - 5928 okuma ]
· OPETH 22 Mart 2015′te İstanbul'da, 23 Mart'ta ise Ankara'da
[ 0 yorum - 14063 okuma ]
· Blind Guardian Istanbul konseri 14 Mayıs 2015
[ 0 yorum - 14593 okuma ]
· Blind Guardian 8 yıl aradan sonra yeniden Ankara’da
[ 0 yorum - 13929 okuma ]
· DYING FETUS 11 HAZİRAN 2015 İstanbul'da
[ 0 yorum - 15434 okuma ]
· Kurt Cobain belgeselinden ilk fragman geldi
[ 0 yorum - 15498 okuma ]
· Takıntı - Buhran klibi yayınlandı!
[ 0 yorum - 16614 okuma ]
· Wayne Static 48 yaşında hayatını kaybetti
[ 0 yorum - 17579 okuma ]

[ Devamı Haberler Bölümünde ]
 
Fotoğraf Galerisi

B Noktası



B Noktası



B Noktası



Heretic Soul @ Waldb ...



Heretic Soul



Heretic Soul



Heretic Soul @ Rock ...



Anoreksi Promo 2011



Anoreksi Promo 2011



Anoreksi Promo 2011


[ Fotoğraf Galerisi ]
 
Rastgele Biyografi


Deadleaves
 
MetalTR Arama
 
Üyelik
 
Üye Olun
Kayıp Şifre

Güvenlik Kodu: Güvenlik Kodu
Güvenlik Kodunu Girin:
 
Üyelik:
Bugün: 0
Dün: 0
Bekleyen Üyelik(ler): 4
Toplam Üye: 42,762
En Son Üye: electric_wizard

Şu An Bağlı:
Misafir(ler): 279
Üye(ler): 0
Toplam: 279
 
Forumlardan
Last 10 Forum Messages

eskiler bi bakın la ?
Son mesaj atan; ImpLosioN

Şu anda ne dinliyorsunuz?
Son mesaj atan; ImpLosioN

MetalTR Discord kanalı bekleriz
Son mesaj atan; Belorin

Metal dinleyici kitlesi
Son mesaj atan; Belorin

Kiramen Katib-in (Ankara)
Son mesaj atan; SMITD

Ona On Cafe
Son mesaj atan; SMITD

Kurbağa Teorisi
Son mesaj atan; elvistuna

Rotting Christ 10 Aralık 2023'te İstanbul'da!
Son mesaj atan; KopuK

Rotting Christ 10 Aralık 2023'te İstanbul'da!
Son mesaj atan; KopuK

1 mart 2024 Cradle of Filth istanbul konseri
Son mesaj atan; KopuK


[ Metal TR.NET - Yerli Gruplarina Sahip CIK ! ]
 
Köşe Yazıları
 
metaltr.net :: Başlığı Görüntüle - Felsefede Materyalizm-İdealizm Savaşı
 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları Üye ListesiCan Sıkıntısı Giderici!   
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için login olunÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için login olun     GirişGiriş 
GünlüklerGünlükler    Günlük Kontrol PaneliGünlük Kontrol Paneli    GünlüğümGünlüğüm

Felsefede Materyalizm-İdealizm Savaşı
Sayfa 1, 2, 3  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    metaltr.net Forum Ana Sayfası -> Felsefe - Sosyoloji - Psikoloji
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
psYchotic-eYes
Septist Material


Kayıt: Oct 17, 2004
Mesajlar: 2218
Nerden: Eskisehir

MesajTarih: Sal Ekm 16, 2007 3:46 pm    Mesaj konusu: Felsefede Materyalizm-İdealizm Savaşı Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #1   

Yunanlılardan ta bugüne kadar tüm felsefe tarihi iki zıt düşünce okulu arasındaki bir mücadeleden ibarettir: materyalizm ve idealizm. Burada, felsefede kullanılan kavramların gündelik dilden nasıl temelli biçimde farklılaştığının mükemmel bir örneği ile karşılaşıyoruz.

Birisini “idealist” olarak andığımızda normalde aklımızda yüksek idealleri ve kusursuz ahlâkı olan bir insan vardır. Materyalist ise tersine, yiyeceğe ve diğer şeylere karşı azgın bir iştah duyan, ilkesiz, para düşkünü, bencil bir birey olarak –kısacası tamamen sevimsiz bir karakter olarak– görülür.

Bunun felsefi materyalizm ve idealizmle hiç ilgisi yoktur. Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz kaba maddi şeyler, bu okula göre, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon’du. Gelgelelim, idealizmi o icat etmedi, onun bir evveliyatı vardı.

Pisagorcular her şeyin özünün Sayı olduğuna inanıyorlardı (bazı modern matematikçiler tarafından alenen paylaşılan bir görüş). Pisagorcular genelde maddi dünyaya, özelde de, ruhu esir eden bir hapishane olarak gördükleri insan bedenine karşı bir horgörü beslediler. Bu, çarpıcı biçimde ortaçağın keşişlerinin dünyaya bakışını hatırlatıyor. Gerçekte Kilisenin, düşüncelerinin birçoğunu Pisagorculardan, Platonculardan ve yeni-Platonculardan almış olması pek muhtemeldir. Bu şaşırtıcı değil. Tüm dinler zorunlu olarak idealist bir dünya görüşünden hareket ederler. Fark şuradadır ki, din duygulara hitap eder ve dünyanın mistik, sezgisel bir tasarımını (“Vahiy”) sunduğunu iddia ederken, idealist filozofların çoğu kendi teorileri için mantıksal argümanlar sunmaya çalışırlar.

Ama dibine inildiğinde, idealizmin tüm biçimlerinin kökleri dinsel ve mistiktir. “Kaba maddi dünyayı” hor görme ve “İdeali” yüceltme, doğrudan doğruya, az önce din bakımından üzerinde durduğumuz olgulardan doğar. Platoncu idealizmin, köleci sistemin doğruğuna ulaştığı dönemde Atina’da gelişmiş olması bir tesadüf değildir. O günlerde el emeği, kelimenin tam anlamıyla köleliğin damgası olarak görülüyordu. Takdire layık tek emek zihinsel emekti. Esasen felsefi idealizm, yazılı tarihin şafağından günümüze kadar süregelen kafa ve kol emeğinin aşırı bölünmesinin bir ürünüdür.

Ne var ki, Batı felsefesi tarihi idealizmle değil, tam aksini ileri süren materyalizmle başlar: bildiğimiz ve bilimle keşfettiğimiz maddi dünya gerçektir; tek gerçek dünya maddi olandır; düşünceler, fikirler ve duyular belirli bir tarzda örgütlenmiş maddenin (bir sinir sistemi ve bir beyin) ürünüdürler; düşünce kendi kategorilerini kendi içinden değil, kendisini bize duyularımız aracılığıyla bildiren nesnel dünyadan çıkarır.

En eski Yunan filozofları “hilozoistler” olarak (Yunancadan, “maddenin canlı olduğuna inananlar” anlamında) biliniyorlardı. Burada, düşüncenin gelişimine öncülük eden uzun bir kahramanlar dizisi ile karşı karşıyayız. Yunanlılar Kolomb’dan çok önce dünyanın yuvarlak olduğunu keşfettiler. Darwin’den çok önce insanların balıklardan evrildiğini açıkladılar. Matematikte, özellikle geometride, bin beş yüz yıl boyunca üzerine önemli bir şey konulmayan olağanüstü buluşlar yaptılar. Mekaniği icat ettiler ve hatta bir buhar makinesi yaptılar. Dünyaya bu bakış tarzında şaşırtıcı biçimde yeni olan şey, onun dinsel olmayışıydı. Çok şey öğrendikleri Mısırlılar ve Babillilerin tam tersine Yunanlı düşünürler, doğa olaylarını açıklamak için tanrılara ve tanrıçalara başvurmadılar. Erkekler ve kadınlar ilk kez doğanın işlemlerini salt doğanın terimleriyle açıklamaya çalışıyorlardı. Bu insan düşüncesinin tarihinde en büyük dönüm noktalarından biriydi. Gerçek bilimin başladığı yer burasıdır.

Antik filozofların en büyüğü olan Aristoteles, eski hilozoistler kadar tutarlı olmamasına rağmen, bir materyalist olarak görülebilir. Yunan biliminin İskenderiye dönemindeki büyük başarılarının temelini döşeyen bir dizi önemli bilimsel keşif yapmıştır.

Antik toplumun çöküşünden sonraki Ortaçağ, bilimsel düşünceyi yüzyıllar boyunca cansızlaştıran bir çöldü. Hiç de tesadüf olmayan bir biçimde bu dönem Kilisenin hakim olduğu bir dönemdi. İdealizm, ya Platon’un bir karikatürü ya da Aristoteles’in en kötü tahrifatı biçiminde, izin verilen yegâne felsefeydi.

Rönesans döneminde muzafferane biçimde yeniden dirilen bilim, dinin etkisine karşı (sırası gelmişken, sadece Katolikliğe karşı değil, Protestanlığa karşı da) sert bir savaş vermek zorunda kaldı. Birçok şehit, bilim özgürlüğünün bedelini kendi yaşamlarıyla ödedi. Giordano Bruno ateşte yakıldı. Galileo iki kez Engizisyon önünde mahkemeye çıkarıldı ve işkence tehdidi altında görüşlerinden vazgeçmeye çağrıldı.

Rönesansın başat felsefi akımı materyalizmdi. İngiltere’de bu, ampirizm (tüm bilginin duyulardan kaynaklandığını savunan düşünce okulu) biçimini aldı.* Bu okulun öncüleri Francis Bacon (1561-1626), Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Locke (1632-1704) idi. Materyalist okul, İngiltere’den, devrimci bir içerik kazandığı Fransa’ya geçti. Diderot, Rousseau, Holbach ve Helvetius’un ellerinde felsefe tüm mevcut toplumu eleştirmenin bir aracı haline geldi. Bu büyük düşünürler 1789-1793’te feodal monarşinin devrimci yıkılışının yolunu hazırladılar.

Yeni felsefi görüşler deney ve gözlemi teşvik ederek bilimin gelişimini hızlandırdılar. 18. yüzyıl bilimde büyük bir atılıma tanık oldu, özellikle mekanikte. Ama bu olgunun olumlu olduğu kadar olumsuz bir yanı da vardı. Eski 18. yüzyıl materyalizmi, bilimin bizatihi sınırlı gelişimini yansıtırcasına dar ve katıydı. Newton, ampirizmin sınırlarını ünlü “hiçbir hipotezim yok” sözüyle ifade etmişti. Bu tek yanlı mekanik bakış açısının, nihayetinde eski materyalizm için ölümcül olduğu ortaya çıktı. Paradoksal olarak, felsefede 1700’den sonraki büyük ilerlemeler idealist filozoflar tarafından kaydedilmiştir.

Fransız devriminin etkisiyle Alman idealisti Immanuel Kant (1724-1804) önceki tüm felsefeyi topyekûn bir eleştiriden geçirdi. Kant sadece felsefe ve mantıkta değil bilimde de önemli keşifler yaptı. Onun güneş sisteminin kökenlerine ilişkin Bulutsu [nebula] hipotezi (daha sonra Laplace tarafından matematiksel bir temele kavuşturuldu) şu anda genel olarak doğru kabul edilmektedir. Felsefe alanında, Kant’ın başyapıtı Saf Aklın Eleştirisi, Aristoteles tarafından ilk geliştirildiği günden bu yana gerçekte değişmeden kalmış olan mantık biçimlerini analiz eden ilk çalışmaydı. Kant felsefenin en temel kabullerinin çoğunda örtük olarak varolan çelişkileri gösterdi. Gelgelelim bu çelişkileri (“çatışkıları”) çözmeyi beceremedi, ve sonunda dünyanın gerçek bilgisinin olanaksız olduğu sonucunu çıkardı. Görünüşleri bilmek mümkünse de, şeylerin “kendinde” nasıl olduklarını bilmemiz asla mümkün değildir.

Bu fikir yeni değildir. Felsefe tarihinde defalarca tekrarlanmış ve genel olarak öznel idealizm dediğimiz isimle adlandırılmıştır. Aynı fikir Kant’tan önce İrlan­da­lı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temel argüman şöyle özetlenebilir: “Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem.” Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Nihayetinde bu solipsizme (Latinceden, “solo ipsus” –“tek ben”), yani sadece ben varım düşüncesine varır.

Bu fikirler bize saçma görünebilir, ama bunlar tuhaf biçimde kalıcı olmuşlardır. Öznel idealizmin önyargıları, şu ya da bu biçimde, sadece felsefeye sızmakla kalmamış, 20. yüzyılın büyük bir bölümü için bilime de sızmıştır. İleride bu eğilimle daha özel olarak uğraşacağız.

En büyük atılım 19. yüzyılın ilk onyıllarında George Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) ile geldi. Hegel yapıtlarında bütün felsefe tarihini etkili biçimde özetleyen, yüksek zekâya sahip bir Alman idealistiydi.

Hegel, Kant’ın “Çatışkılarının” üstesinden gelmenin tek yolunun, çelişkilerin sadece düşüncede değil, gerçek dünyada, fiilen varolduğunu kabul etmek olduğunu gösterdi. Bir nesnel idealist olarak Hegel’in, insan aklının gerçek dünyayı bilemeyeceğine dair öznel idealist argümana tahammülü yoktu. Düşünce biçimlerinin nesnel dünyayı mümkün olduğu ölçüde yakından yansıtması gerekir. Bilgi süreci, soyuttan somuta, bilinenden bilinmeyene, özelden evrensele doğru ilerleyerek, bu gerçekliğe gitgide daha derinlemesine girmekten ibarettir.

Antik dönemde, özellikle Herakleitos’un (İ.Ö. 500) naif, fakat parlak özdeyişlerinde, ama aynı zamanda Aristoteles’te ve diğerlerinde de büyük bir rol oynayan diyalektik düşünme yöntemi, kilisenin Aristoteles’in biçimsel mantığını cansız ve katı bir dogmaya çevirdiği Ortaçağda terk edildi ve Kant’ın ona itibarını iade etmesine kadar tekrar görünmedi. Ne var ki diyalektik Kant’ta yeterli bir gelişme göstermedi. Diyalektik düşünme bilimini en yüksek gelişme noktasına çıkarmak Hegel’e düştü.

Hakim mekanizm felsefesine tek başına kafa tutması olgusu Hegel’in büyüklüğünü göstermeye yeter. Yalıtık olaylarla değil süreçlerle uğraşan Hegel’in diyalektik felsefesi, şeyleri ölü olarak değil canlı olarak, yalıtık değil karşılıklı etkileri içinde ele alır. Bu felsefe, dünyaya bakmanın şaşırtıcı ölçüde modern ve bilimsel bir yoludur. Gerçekten Hegel birçok bakımdan zamanının çok ötesindeydi. Yine de, birçok parlak sezgilerine rağmen, Hegel’in felsefesi nihai ölçüde tatmin edici değildi. Başlıca kusuru, Hegel’in kesin biçimde idealist olan bakış açısıydı, bu da onu diyalektik düşünme yöntemini gerçek dünyaya bilimsel bir biçimde tutarlılıkla uygulamaktan alıkoyuyordu. Maddi dünya yerine, gerçek şeylerin, süreçlerin ve insanların maddi olmayan gölgelerle yer değiştirdiği Mutlak İdea’nın dünyası söz konusuydu. Friedrich Engels’in sözleriyle, Hegel diyalektiği tüm felsefe tarihinde boşa çıkan en büyük beklentiydi. Burada doğru fikirler başaşağı duruyordu. Diyalektiği sağlam bir temele oturtmak için, Hegel’i başaşağı çevirmek, idealist diyalektiği diyalektik materyalizme dönüştürmek gerekir. Bu Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in büyük başarısıdır. İncelememiz, onlar tarafından geliştirilen materyalist diyalek­tiğin temel yasalarının kısa bir dökümüyle başlamaktadır.

Kaynak: AKLIN İSYANI (Yazar: Alen Woods-Ted Grant)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
Sponsor Linkler







Tarih: Google ve Sponsor Baglantilari    Mesaj konusu: Sizde bu bölüme reklam verebilirsiniz !
: #   


Başa dön
aletheia
 


Kayıt: Jan 16, 2007
Mesajlar: 1228


MesajTarih: Çrş Ekm 17, 2007 5:31 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #2   

İDEALİZM
İdealizm, en genel tanımıyla, kendi başına nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, her şeyin düşünen bir özneye bağlı olduğunu savunan özne merkezli bir felsefe disiplinidir.
Antikçağdaki pre-sokratik yani Sokrates öncesi dönemde idealizm adı altına tam sokulamayacak da olsa bu tür görüşlerin temelleri atılmış, ancak platon bu akımın başı ve en büyük savunucusu olarak görülmüştür. Çünkü onun adını koyduğu "idea"lar dünyası tüm felsefe tarihi boyunca baş belası olmuştur kelimenin tam anlamıyla... Belki Whitehead’in dediği gibi batı felsefesi tarihi platona düşülen dipnotlardan ibarettir gerçekten de.
Platona göre bu dünya, dünyada yer alan her şey ideaların birer kopyasıdır, idealar dünyası ise en yetkin olan varlık alanıdır. İdea birliktir, bölünmezdir, değişmezdir, öncesiz-sonrasız olarak varlığını devam ettirmiştir. Bizim duyumladığımız/algıladığımız nesneler ise sürekli değişen, oluşa ve bozuluşa tabi olan şeylerdir. Platonun metafiziksel düşüncesi tamamen bu iki dünyanın, “görülenler” ve “düşünülenler” dünyasının ayrımına dayanmaktadır. Gerçek bilgi yani felsefede “episteme” olarak yer edinen şey ancak ve ancak bu idealar dünyasına ilişkin olabilir. Dünyada algıladığımız varolanlara dair ise bizim sanılarımız ve inançlarımız vardır ancak.
Antikçağda bilgi konusu tartışılırken özellikle bu ayrım belirleyici olmuştur, ayrıca hem felsefi ya da bilimsel tartışmalarda hem de dini görüşlerde idealar hep ön plana alınmıştır. Örneğin yine platonun görüşüne göre, ruh aslında idealar dünyasında bulunuyordu, buradan sonra yeryüzüne inmiştir. Ruhun iyiliği de kötülüğü de kendinde, kendi derinliklerinde aranmalıdır bu yüzden. Ve ruhun idealara yönelmiş kısmı akıllı olan yanıdır. İdealardan nasibini almamış yanı ise maddi olan şeylere yönelmiştir ve onun yeryüzüne düşerek bir vücutla birleşmesine yol açmıştır. İşte ruhun bundan kurtulmak ve asıl yurduna dönmek için de yapması gereken ideaları bilmektir. Bu mümkündür çünkü bu dünya idealar dünyasının bir kopyasıdır yani tek tek varolan her şey idealardan pay almıştır.

Platondan sonra gelen septikler yani şüpheciler, dünyadaki nesneler karşısındaki tutumlarını şu şekilde belirtmişlerdir; biz nesnelerin kendisini bilemeyiz, bildiğimiz şey yalnızca onların görünüşleridir. Biz gerçek varlık hakkında asla bilgi sahibi olamayız ki bu çeşit bir bilgi de zaten gereksiz ve anlamsızdır. Bu görüş ile boş kuruntulardan kurtulabiliriz, ayrıca ölüm ve ölüm sonrası gibi temelsiz saplantı ve tedirginliklerden de kurtulabiliriz.(ataraxia) Şüphecilerin felsefesi şu şekilde özetlenebilir:
Nesnelerin gerçek yapısı nedir? “kavranamaz(akatalepsia)”
Nesneler karşısındaki gerçek duruşumuz ne olmalıdır? “yargıdan kaçınılmalıdır(epokhé)”
Nesnelere böyle bir bakış ile ne kazanırız? “sarsılmazlık(ataraxia)”

Antikçağdan ortaçağa gidilirken artık din belirleyici olmaya başlamıştır ve kilise baskısı yerleşmiştir. Felsefe tamamen ilahiyat çerçevesinde yapılmaya başlanmıştır. Özellikle yeni Platonculuk akımı savunucuları, başta Plotinos olmak üzere, dini bir dünya görüşü ortaya koyma çabasına girmişlerdir. Elbette ki bu dönemde bedenin ve her türlü maddenin hakir görülmesi ama idealara dönük olan ruhun yani tanrısal yönün yüceltilmesi söz konusu olmuştur büyük ölçüde.
Ortaçağdaki en önemli tartışmalardan biri “tümeller sorunu”na dairdir. Bu tartışmada nominalistler(adcılar) denilen filozoflar, tümel şeylerin yani kavramların-ideaların insanın düşünmüş olduğu şeylerden ibaret olduğunu söylemişlerdir. Dünyada tek tek varolan nesnelerin benzer yönlerine bakarak koyulmuş birer addan ibarettirler. Dolayısıyla gerçek varolanlar idealar değil, nesnelerdir, dış gerçekliktir. Bir diğer görüş kavram realistlerine aittir; tümel kavramlar, tanrısal ideler olarak nesnelerden önce başlı başına bir realiteye sahiptiler. Tek tek varolanlar bu idealara göre meydana gelmişlerdir. Üçüncü görüş ise kavramcılara ait; tümel kavramlar tek tek nesnelerin içindedir. Her kavram ya da ide nesnelerin özleriyle ilgili formlardır. Bu görüş kavramlara yine reel bir varoluş yüklemekle birlikte nesnenin dışında bir gerçeklikleri de olmadığını söylemektedir. Ortaçağı fazlasıyla meşgul eden bu tümeller sorunu kiliseyi çok yakından ilgilendiriyordu. Çünkü antikçağa ve dolayısıyla Platon ve Aristoteles’e dayanan öğretilerinin kaderi bu tartışmaya bağlıydı. Kendi dogmatik öğretilerini sistemleştirmek için elbette ki daha çok Platon ve sonrasında Aristoteles’in felsefesine ihtiyaçları vardı. Ortaçağdan sonra Rönesans ile birlikte mistik idealizm yanında mekanizme kayan görüşler de belirtilmiştir ancak en önemli görüşler 17. yy, 18.yy filozofları tarafından gelmiş ve idealizm gerçek anlamıyla, en radikal şekliyle şekillenmiştir.

17. yüzyıl felsefesi için “Dekartçılık”tır denir. Çünkü onun zamanına kadarki görüşler, kavram silsileleri Descartes’in felsefesi içinde derlenip toparlanmış ve sistematize edilmiştir. Descartes ideleri üçe ayırmıştır; doğuştan gelen ideler, sonradan edinilenler ve bizim ürettiklerimiz. En açık seçik kavramlarımız/idelerimiz doğuştan gelenlerdir, tanrıya, matematiğe ve kendi varoluşumuza ilişkin bilgilerimiz bu idelere dayanır. Sonradan edindiğimiz dışarıdan gelen ideler, bulanık kavramlardır, dış dünyadaki nesnelere ilişkindir bunlar. Kendi yaptığımız ideler de elbette ki en bulanık olan idelerimizdir. Bunlar, bilginin temellendirilmesi için çok önemli kavramlardır; çünkü bildiğimiz şey neye dairse ve hangi kavramlar iş görüyorsa, bilgimizin kesinliği de değişmektedir. En kesin bilgiyi biz doğuştan gelen, bize en açık ve seçik olarak verilmiş olan idelerimizle ediniriz, kendimize ilişkin bilgimiz de işte böyledir. Bize dolaylı olarak verilen dış dünyanın varlığı hakkında kesin bir bilgi edinemeyiz, her şeyin hatta üzerinde oturduğumuz koltuğun bile varlığından şüphe edebiliriz; ancak şüphe etmenin kendisi, şüphe eden bir varlık gerektirir. Şüphe ediyorsam kendi varlığımdan şüphe edemem, “düşünüyorum o halde varım.”

18. yüzyılda İngiliz idealizmi içinde yer alan John Locke, en başta Descartes’in de savunucusu olduğu doğuştan gelen ideler görüşüne karşı tezler öne sürmüştür. Locke’a kadarki tartışmalarda idealizm, doğuştan gelen idealar ve dolayısıyla rasyonalizm(akılcılık) ve empirizm(deneycilik) tartışmaları az çok şekillenmişti. Locke, empirist felsefeden yana bir tutum içinde olmuştur. Bizde birtakım idealar vardır diyor Locke, ancak bunlar doğuştan değildirler. Biz birtakım şeyler üzerinde bilgiye sahibiz, ama herkes aynı görüşe sahip değildir. Hatta herkes aynı bilgiye de sahip değildir, matematiğe dair ya da insana dair bilgimizi düşünürsek, çocuklar ya da okumayanlar bu bilgilere sahip olmayabilir. Örneğin tanrı idesi herkeste aynı değildir, tanrı kavramını her toplumda bulmuyoruz, üstelik yalnız çoktanrıcılar ile tek tanrıcılar değil, bir dinden olan ayrı ayrı kimseler de bile farklı tanrı inancına rastlıyoruz. Eğer tanrı idesi bize doğuştan verilseydi herhalde her insana aynı ideyi kazımış olurdu tanrının kendisi. Ayrıca, ateşin yaktığını ya da suda insanın boğulduğunu, acıyı tatlıdan, kırmızıyı sarıdan ayırt etmeyi deneyimlemeden bilemeyiz.
Nesnelerin kendi başlarına sahip oldukları nitelikler sadece bir zaman ve uzamda yer alıyor olmalarıdır, diğer nitelikleri onlara biz yükleriz. Sıcak dediğimiz bir şey, bize göre sıcaktır kendi o sıcaklığı taşımamaktadır. Çünkü duyumlarımız farklılık göstermektedir. İdealar, tamamen öznel süreçlerle oluşturulur ve cisimlere yüklenir. Cismi cisim yapan onun ne rengi, ne kokusu, ne de biçimidir, biz ona cisim diyebiliyorsak bir yer kaplıyor olmasından kaynaklanır. Ancak biz taşıdığını düşündüğümüz ama aslında kendi yüklediğimiz nitelikleri kaldırdığımızda geriye kalan şeyin ne olduğunu da asla bilemeyiz.

Bu görüşleri en radikal ve spritualist çerçeveye sokan George Berkeley olmuştur. Locke’un empirizmini daha geniş bir idealist temele dayandırmış tam bir spiritualizm oluşturmuştur. Berkeley, Locke’un “nitelikler bizdedir, onları cisimlere biz yükleriz” savını daha da ilerletmiştir ve nitelikler kalkarsa geriye yer kaplama da dahil hiçbir şeyin kalmayacağını söylemiştir. Ona göre soyut bir yer ‘kaplama’ yani uzay yoktur, büyüklük, şekil, durum gibi nitelik ve nicelikler de yoktur. Her şeyden öte, bugüne kadar filozofların “madde” dedikleri o soyut niteliklerin bir araya getirilmesiyle uydurulmuş şey de yoktur. Her türlü niteliği biz yükleriz, bunlar düşüncede vardırlar. Bir kirazı düşünelim örneğin, onun bizde uyandırdığını düşündüğümüz koklama, tatma, dokunma izlenimlerini birer birer ortadan kaldıralım. Geriye ne kalır, hiçbir şey. Kokusu, tadı, rengi dışında kiraz bir hiçtir. Dünyada varolduğunu varsaydığımız her şey aslında bizim birer tasarımımızdır, hepsi birer duyumdan, algıdan başka bir şey değildir. Dolayısıyla da algı, duyum, nesne, tasarım, idea hepsi bir ve aynı şeylerdir ve varolmak algılanmış olmak demektir.

İngiliz empirizmini en sonuna kadar götüren David Hume bilinç içeriklerimizi ikiye ayırır, idealar ve izlenimler. İzlenimler; duyduğumuz, gördüğümüz, hissettiğimiz, sevdiğimiz veya nefret ettiğimiz, arzuladığımız andaki bütün algılarımızdır. İdealar ise izlenimlerin silik birer kopyalarıdır. İzlenimi olmayan idea yoktur. Düşünmenin gücü sadece duyumlarla yani izlenimlerle gelen malzemeyi birleştirmek, değiştirmek, genişletmekten ibarettir. Her türlü ideamız bir kaynağa dayanır, tanrı idesi de böyledir; zihin bu ideyi “bilgelik” , “iyilik” gibi birtakım insani niteliklerin genişletilerek oluşturulmasından başka bir şey değildir. Berkeley gibi Hume da bir cisimler dünyası hakkında konuşamayacağımızı söyler. Hayal gücümüz bize onun varlığına inandırabilir ancak aklımız bunu bize asla kanıtlayamaz. Var olma, algılanmış olma ile aynı şeydir, “varolma” , algılanmanın ve algının bize vermiş olduğu bir kanı bir inançtır. Dış dünyanın varlığına inanmamızı sağlayan ne duyulardır, ne akıldır, yalnızca hayal gücüdür.

18. yy Alman idealizmi ve Immanuel Kant, felsefede bilgi kuramı/epistemoloji alanında oldukça belirleyici olmuştur. Empirizmden de rasyonalizmden de parçalar alarak kendi transzendental felsefesini oluşturmuştur. Bilgiyi elde etmede kant’a göre hem aklın kendisinden gelenler hem de deneyden/duyumlardan gelenler önemlidir. Kant bizim dışımızda bir dış dünyanın varlığını yadsımaz. Bilgi elde edilirken gerçekleşen süreçte, biz deneyden gelen şeyleri kendimizde bulunan bir takım kategorilere yerleştiririz. Örneğin, bizim duyarlığımızda zaman ve mekan formları vardır, dışarıda bulunan bir nesneyi algılamamız da tamamen bu formlara bağlıdır. Algıladığımız zaman, bu algıları zaman ve mekan formlarına yerleştirdiğimizde o şey bizim için artık bir fenomen yani bir görüngüdür. Eğer bizde bu formlar olmasaydı biz dış dünyadaki şeyleri algılayamazdık, onları görebilmemizin koşuludurlar. Nesneler bu formlar aracılığıyla bizim algımıza konu olduktan sonra fenomen olmuş olurlar. Kant bizim bileceğimiz tek şeyin bu görüngüler olduğunu savunur, nesnelerin içyapısını, onun deyimiyle “kendinde-şey”i biz asla bilemeyiz. Bilgimiz sadece görünüş/görüngü sınırları dahilindedir. Buna bağlı olarak da dünya bir görünüşten ibarettir, ama bir yanılsama da değildir. Çünkü dünyayı ve nesneleri algılayışımızda iş gören, bizdeki ideler, kategoriler ve formlar her akıl sahibi varlıkta bulunmaktadır ve aynı görünüşler onlar için de geçerlidir. Bilgi dediğimiz şey sadece bu görünüşe gelen deney alanına ilişkin olabilir, esas gerçeklik ise ebediyen bilgimiz dışında kalacaktır.


En son aletheia tarafından Prş Mar 20, 2008 6:58 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
aletheia
 


Kayıt: Jan 16, 2007
Mesajlar: 1228


MesajTarih: Çrş Ekm 17, 2007 7:18 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #3   

MATERYALİZM

Materyalizme göre varolan veya gerçek olan sadece maddedir. Madde evrenin asli ve temel kurucu unsurudur. Sadece duyularla algılanabilen varlıklar, süreçler ve içerikler vardır. Evren; bir dış zeka, güç, varlık ya da neden tarafından yönetilemez. Doğaüstü ve sadece zihni, spritüel hiçbir şey yoktur, her şeyin sebebi maddi ve mekaniktir.

Antikçağda Demokritos’un atom öğretisi materyalizmin ilk kıvılcımlarını sunar bize. Ona göre her şey atomlardan oluşmuştur, her şey cisimseldir. Atomların da hepsi yapıca birdirler, birbirinden ayrılıkları sadece nicelik bakımındandır. Atomlar baştan beri kendiliklerinden hareket ederler. Kimisinin hareketi yavaş kimisininki hızlıdır. Boşlukta böyle hareket eden atomların uzayın bazı yerlerinde karşılaşmaları ve birleşmeleri sonucunda diğer şeyler oluşmuştur. Kaba ve ağır hareketli atomlar ortada toparlanıp toprağı, hareketleri hızlı olan ince atomlar yukarıya itilip suyu, havayı ve ateşi oluşturmuşlardır. Ay, güneş ve yıldızlar da atomların çevrintileri yüzünden boşluğa fırlatıp tutuşmuş olan taş yığınlarıdır.
Demokritos kendinden önceki bazı filozofların teolojik açıklamalarına karşılık çok keskin bir mekanist görüş koyar. Evren yalnızca atomların çarpışmaları ve birbirleri üzerindeki basınçları ile oluşmuştur. Evrendeki oluşa kesin bir zorunluluk egemendir. Demokritos atom görüşünü ruhu açıklarken de kullanır. Örneğin algı ile düşünme, bu iki ruh olayı ona göre vücudumuzdaki atomların en incesi, en hafif ve en düzü olan ateş atomlarının bir hareketidir. Bu açıkça materyalist bir anlayıştır.
Demokritos’un felsefesi antikçağda pek yayılıp gelişememiştir. Bu da Aristoteles’in uzun süren otoritesi yüzünden olmuştur. Onun felsefesi ancak yeniçağda yeniden ele alınıp geliştirilmiştir.

Demokritos gibi Epikuros da materyalist bir fizik ve psikoloji geliştirir. Ona göre de gerçek varlık atomlar ile boşluklardır. Dünyada bütün olup bitenler atomların boş uzay içindeki hareketlerinden kaynaklanır. Tanrıların dünya üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Epikuros’a göre tanrılar dünyalar arası boşluklarda bulunurlar. Eksiksiz bir mutluluk içinde olduklarından da dünya ile ilgilenmeleri bile söz konusu değildir. Onlara saygı duyulmalıdır ancak bu tapınmak, adaklar adamak şeklinde olmamalıdır. O kendi kendilerine yeten çok yetkin varlıklar karşısında, onların bilgeliklerine saygı duyulmasını öğütler. Böyle bir bilgelik ise dünyada hiç yoktur.
Dünyadaki her şey gibi ruh da maddidir, cisimseldir. Çünkü sadece maddi bir varlık etkin olabilir. Biz öldüğümüz zaman ruhu oluşturan öğeler dağılır, çözülür. Bu yüzden de ölümsüzlük diye bir şey yoktur, ruh göçünün ise hiç sözü edilemez. Ölüm bizi korkutamaz, biz yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde de artık biz yokuz.

Özellikle Fransız aydınlanmasının önemli düşünce çığırlarından biri materyalizmdir. 17. yy’da Petrus Gassendi, Demokritos ve Epikuros’un atom öğretisini, ortaçağdaki bozulmuş formundan kurtararak gerçek değeri ile ortaya çıkarmıştı. Gassendi ile atomculuk geniş aydın çevrelerin malı olmuştur.
Thomas Hobbes’un materyalizmi ve 18. yy bilim araştırmaları bu çığırı üst noktalara taşımıştır. Descartes’in “meditasyonlar”ına karşı en büyük eleştirilerden biri, onun idealist felsefesine karşı naturalist görüşün radikal temsilcisi olarak ortaya çıkan Hobbes tarafından gelmiştir. Ona göre her şey doğal nedenlere bağlıdırlar, doğal nedenlerle belirlenmişlerdir. Bu tutarlı naturalizmine tanrının da maddi nitelikte bir doğal neden olduğunu ekler. Her şey, dolayısıyla ruh da doğal ve dolayısıyla maddi ve cisimseldir. Maddi olmayan ruh, insanın bir önyargısıdır sadece. Her şey bir cisim olarak düşünülebilir. Ayrıca bu cisimler, biz onları algılamasak, görmesek de vardırlar. Benim bilincimin dışında kalan, varlığını hep sürdüren tözlerdir cisimler.

19. yy’da Hegel’in ölümünden sonra sağ hegelciler ve sol hegelciler olarak iki grup oluşur. Sağ hegelciler, hegelin idealist felsefesini Hıristiyan dogmalarıyla bağdaştırmaya çalışırken sol hegelciler panteizmi, naturalizmi ön plana çıkarmaya çalışır. Ve ateizme de bir kayış yaşanır. Bu akımın en önemli isimleri Feuerbach ve Marx’tır.
Feuerbach Hegel’in, insanın kendisi hakkındaki bilgisinin tanrıyı bilmekle mümkün olduğu tezine karşı çıkıyor. “Hegel, insanın kendisi hakkındaki bilgisi, tanrının hakkındaki bilgidir diyordu. Ben ise diyorum ki, insanın tanrı hakkındaki bilgisi aslında insanın ta kendisi ile ilgilidir. O teolojiden yola çıkıyordu, ben ise antropolojiden yola çıkıyorum.”
Hegel felsefesi ideal yani idealara ilişkin olandan reel olana gider. Feuerbach ise direkt olarak reel olandan yola çıkar. Felsefesi naturalisttir. Bilinç, zaman-mekân içinde mevcut olan şeylerin bir yansımasıdır ona göre. Bu nedenle de doğa insanın temelidir. Bu görüş Marx’a da atfedilir.

Daha sonrasında Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından geliştirilen diyalektik materyalizm Marx’ın esas felsefi öğretisi olarak görülmüştür. Marx, hegel’in diyalektiğinin tamamen idealist bir kabuğa bürünmüş ve aslında gerçekten sapıp baş aşağı bir hal almış olduğunu söyler. Ama diyalektik materyalizm olarak adının konulması elbette ki Marx’tan sonra gelenler tarafından olmuştur. Marx bu felsefeyi oluştururken, Hegel’den diyalektiği ve Feuerbach’tan da materyalizmi almıştır. Onun diyalektik materyalizmine göre ide/idea/bilinç/fikir maddi dünyanın bir insan aklında bir yansımasından başka bir şey değildir. Bir ve tek gerçekliğin yine bir ve tek yöntemi vardır o da diyalektik materyalizmdir. Diyalektik materyalizm bu noktada hem bir yöntem hem de teori niteliğini kazanır. Marx’ın söylediği gibi, “insanların söylediklerinden, hayal ettiklerinden, tasavvur ettiklerinden değil, gerçek ve faal insandan hareket edip, gerçek yaşam süreçlerini temel alarak bunların ideolojik yansımalarının ve yankılarının gelişimini göstermek suretiyle elle tutulur canlı insana varmak gerekir.” Bir materyalist sadece fikirler için değil, maddi olguların kendileri için de açıklama arar ve tanrılar ve benzeri doğaötesi müdahale odaklarına değil maddi sebeplere bakar. Gerçekliğin bütün görünüşleri, zorunlu ve karşılıklı bağlarla birbirine bağlı; her şey bir bütünün içindedir. Bir şeyi, o bütünlükten kopararak anlamak mümkün değildir, diyalektiğe de aykırıdır. Doğada ve toplumda her şey "evrensel bir değişim" ve "sürekli bir gelişme" halindedir. Gerçekliği, görünüşlerinden birine indirgemek; süreci, sürecin bir anı olarak; geleceği düşünmeden geçmişe takılıp kalmak, diyalektiğe aykırıdır.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
psYchotic-eYes
Septist Material


Kayıt: Oct 17, 2004
Mesajlar: 2218
Nerden: Eskisehir

MesajTarih: Çrş Ekm 17, 2007 11:57 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #4   

Yazıda da belirtildiği üzere "idealizmi" çok iyi anlamak lazım farklandırabilmek için. Çünkü idealizm, hayatta belli amaçlara sahip olmak gibi bir anlam içermemektedir felsefi açıdan.. İdealist bir insan olmakla, idealizmin savunuculuğunu yapmak arasında çok büyük farklar var. Hatta tamamen alakasız bile denilebilir.
_________________
www.turandursun.com

EVRİM gerçeği: http://www.metaltr.net/modules.php?name=Kose_Yazilari&op=viewarticle&artid=158
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
scars
Geçerken Uğrayan
Geçerken Uğrayan


Kayıt: Oct 29, 2007
Mesajlar: 11
Nerden: witch town

MesajTarih: Çrş Ekm 31, 2007 2:20 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #5   

Diyalektik Materyalizm


Gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmayı sağlayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemine; eytişime dayanan maddecilik biçimi. Temellerini Herakletios atmıştır, Hegel geliştirmiştir. Karl Marx da bugünkü haline ve siyasete karışmasını sağlamıştır. Materyalizm bir anarşistin değil; diyalektik yöntem izleyen düzen yanlısının hayata bakış açısıdır. Diyalektik materyalizm bir ideoloji değildir; ideolojiler kalıplaşmadır. Diyalektik materyalizm dini afyon olarak kabul eder ve afyon tüketimine karşıdır. Diyalektik materyalizm düşüncesinin mensubu kişiler düzen isterler, düzen yanlısıdırlar.

Hegel'in getirmiş olduğu bir diyalektik materyalizm çerçevesi vardır; "nerden giderseniz gidiniz, sonuç hep maddeye çıkar. ". Şöyle ki; kimya temellerini doğadan, doğa halini insandan, insan evrimden, evrim ateşten, ateş ise sürtünme kuvvetinden gelmiştir bu inanca göre.

Herkesin bildiği, medya maymunu yapılmış Charles Darwin de bu felsefenin mensubuydu ve geliştiren kuramlar yaptı. İnsanın maymundan geldiğini kesinlikle iddia etmedi o; bu Harun Yahya'nın uydurduğu saçmalıktır. Darwin insan ve maymunun atalarının aynı olduğunu söylemiştir. Bu sebeple Yahya'nın uydurduğu saçmalıklara kanmadan işin özüne inmekte fayda var.
_________________
Awake... For all is dying, even the dead
We are our past failing to come back
All of us visionaires
With a rope around our neck

Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
SCRAPING
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: May 12, 2007
Mesajlar: 220


MesajTarih: Cmt Ksm 03, 2007 12:42 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #6   

aslında ne idealizm ne materyalizm...
çünkü idealizm gerçekliği kavramsallığa indirgeyerek varlıksal indirgeme yapar ve gerçekliği açıklayamaz....
materyalizm ise kavramsallığı gerçekliğe indirgeyerek varlıksal indirgeme yapar ve kavramsallığı açıklayamaz...bu yüzden tam olarak birine bağlanamayız derim ben..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
crueltyandthebeast
Geçerken Uğrayan
Geçerken Uğrayan


Kayıt: Oct 29, 2007
Mesajlar: 33


MesajTarih: Prş Ksm 08, 2007 7:57 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #7   

idealizm in temel felsefesi nedir peki?
_________________
black swans
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
psYchotic-eYes
Septist Material


Kayıt: Oct 17, 2004
Mesajlar: 2218
Nerden: Eskisehir

MesajTarih: Prş Ksm 08, 2007 8:14 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #8   

Bak yukarda yazıyor ne oldugu; alethia'nın gonderdigi yazıda..
_________________
www.turandursun.com

EVRİM gerçeği: http://www.metaltr.net/modules.php?name=Kose_Yazilari&op=viewarticle&artid=158
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
Eternal-Lies
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: Jun 28, 2007
Mesajlar: 367


MesajTarih: Çrş Oca 16, 2008 11:47 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #9   

scars demiş ki:
Diyalektik Materyalizm


Gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmayı sağlayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemine; eytişime dayanan maddecilik biçimi. Temellerini Herakletios atmıştır, Hegel geliştirmiştir. Karl Marx da bugünkü haline ve siyasete karışmasını sağlamıştır. Materyalizm bir anarşistin değil; diyalektik yöntem izleyen düzen yanlısının hayata bakış açısıdır. Diyalektik materyalizm bir ideoloji değildir; ideolojiler kalıplaşmadır. Diyalektik materyalizm dini afyon olarak kabul eder ve afyon tüketimine karşıdır. Diyalektik materyalizm düşüncesinin mensubu kişiler düzen isterler, düzen yanlısıdırlar.

Hegel'in getirmiş olduğu bir diyalektik materyalizm çerçevesi vardır; "nerden giderseniz gidiniz, sonuç hep maddeye çıkar. ". Şöyle ki; kimya temellerini doğadan, doğa halini insandan, insan evrimden, evrim ateşten, ateş ise sürtünme kuvvetinden gelmiştir bu inanca göre.

Herkesin bildiği, medya maymunu yapılmış Charles Darwin de bu felsefenin mensubuydu ve geliştiren kuramlar yaptı. İnsanın maymundan geldiğini kesinlikle iddia etmedi o; bu Harun Yahya'nın uydurduğu saçmalıktır. Darwin insan ve maymunun atalarının aynı olduğunu söylemiştir. Bu sebeple Yahya'nın uydurduğu saçmalıklara kanmadan işin özüne inmekte fayda var.


Bu bazı hatalar dışında doğru sayılabilir, Hegel'in materyalist olarak lanse edilmesi gibi hatalar. Hegel sadece eski diyalektik denilen antik Yunan diyalektiğini geliştirmiş temellendirmiştir. Fakat kendisi tamamen idealisttir, hatta bazı yönlerde öznel idealizme bile kaydığı görülebilir. Marx şöyle demişti; Hegel'in diyalektiği baş aşağı duruyor, bizim onu düzeltmemiz gerekir.


SCRAPING demiş ki:
aslında ne idealizm ne materyalizm...
çünkü idealizm gerçekliği kavramsallığa indirgeyerek varlıksal indirgeme yapar ve gerçekliği açıklayamaz....
materyalizm ise kavramsallığı gerçekliğe indirgeyerek varlıksal indirgeme yapar ve kavramsallığı açıklayamaz...bu yüzden tam olarak birine bağlanamayız derim ben..


Çok sığ bir yaklaşım.

Lenin madde kavramını, bilinci, zihni, evrensel hareket yasalarını bir bir açıklamış ve de idealizmi alaşağı etmiştir. Marx'ın önünü açtığı yolda, diyalektik materyalizmde, Lenin gibi müthiş bir insanı görmemek böyle yorumlar yapmanıza neden olur. Ayrıca tam olarak bağlanamayız ne demek? Filozofların yaptıkları onları istese de istemese de ya idealist kılar ya da materyalist. Bunun orta yolu yoktur. Einstein görelilik kuramını açıkladı, şu yönden materyalisttir, bu yönden idealisttir gibi saçma bir şey söylenemeyeceği gibi ikisinden de bir yudum alırım anlayışı gibi bir anlayış da yoktur.

İdealist yaklaşımlar, ellerinde olarak ve de olmadan her zaman tek bir kavrama işaret ederler: Tanrı kavramı. Bu nedenle bilim alanlarında idealist bir yaklaşım söz konusu değildir. Hem idealist hem de materyalist olamazsınız. Karma felsefe diye bir mantık olamaz burda
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
callap
Forum Hayvanı
Forum Hayvanı


Kayıt: Jul 05, 2007
Mesajlar: 806
Nerden: antalya

MesajTarih: Cmt Şub 09, 2008 12:01 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #10   

Materyalistlerden İdealistleri eleştiren bir düşünce;

-materyalist idealiste derki "madem hızla gelen otobüs senin hayalinin bi ürünü o halde neden karşıdan karşıya geçerken koşarak geçiyorsun?

anlamının ne kadar derin olduğunu aaçıklamama gerek yok sanırım...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
Sitting_Bull
Veled-i METAL
Veled-i METAL


Kayıt: Nov 17, 2007
Mesajlar: 121
Nerden: İstanbul-Vatan Caddesi

MesajTarih: Sal Şub 19, 2008 1:40 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #11   

Benden de materyalistlere bir eleştiri:

''Madem senin karşıdan karşıya geçmene sebebiyet verecek bir idealin,hayalin,gayen,hedefin,maksadın,saikin,seni hareket ettirecek muharrik bir kuvvetin(ruhun) yok;o zaman neden bütün gün evde,oturduğun yerde oturmuyorsun da bütün bir gün iş peşinde ortalıkta dolanıp devinip duruyorsun?Bütün bu koşuşturmacanın mânâsı ve anlamı ne?Kendi kendinden ibaret bir halde,kısır döngü modunda,başladığın yere tekrar eli boş geri dönüyorsun;rastgele ve tesadüfen yerde buldukların ki,bugünki teknolojiyi doğurdu..Eşya ruha tâbi;ruhun(ahlak) emrine girmemiş bir bilim ve teknoloji,kendi putunu,kendi Tanrı'sını oluşturur!Yani ''Teknoloji Tanrısı ve Bilim Dini''ni...Seyreltilmiş uranyum,nükleer-kimyasal-biyolojik silahlar,küresel ısınma,çevre felaketleri,ABD ve İsrail'in katlettiği,soykırımdan geçirdiği milyonlar,organ mafyası,genetik devrim(!);geleceğin her bir askeri bir ölüm makinası klonlanmış ordular,insanlığı kıyâmet savaşına,Armagedon'a sürükleyen çıldırmış,deli,meczup,kaçık liderler,politikacılar,bilimadamları,aydın(!)sanatçı(!) ve yazarlar...Şimdi soruyorum:Bilimin ahlakı var mı,olmalı mı?Teknolojinin,makinelerin esiri,kölesi,mahkumu mu olmalıyız,yoksa hâkimi mi?Özetlersek:YAŞANMAYA DEĞER HAYAT HANGİSİ???
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Eternal-Lies
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: Jun 28, 2007
Mesajlar: 367


MesajTarih: Cum Şub 22, 2008 8:43 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #12   

Bu yorumun alt tarafında nedense gözüm bir Harun Yahya imzası aradı.

Çünkü bu kadar alakasız bir eleştiri, ancak hayatını evrim teorisinin yanlış olmasına adayan, bunu da yaparken bilimsel gerçeklikten zerre nasip almamış bu adam tarafından yapılabilir diye düşünmüştüm.

Ama oluyor işte.

Materyalizmin ne olduğunu açıklamam sayfalar sürer, sadece kitap öneriyorum, Lenin - Materyalizm ve Ampriyokritisizm

Materyalistik düşünceyle, çürümüş toplum ve üretim ilişkilerinin sonuçları, katledilen milyonlar, çevre felaketleri, küresel ısınma, silahlanmalar tek kelimeyle "alakasızdır". Bu dediklerinin sebepleri, sadece kar amacı güden kapitalist üretim ve kapitalizmin en üst hali olan emperyalizmdir.

Materyalizm, idealist dogmaların aksine sürekli değişen bir dünya savını sürer, ki doğrudur.

İnsanların bir amacının, gayesinin, hayalinin, hedefinin olması ile idealist olması arasında çok fazla fark var, bu farkı burda sanki idealizm - materyalizm karşıtlığı diye veriyorsan, zaten tartışmanın manası yok, zırva bunlar...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
SCRAPING
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: May 12, 2007
Mesajlar: 220


MesajTarih: Cum Şub 22, 2008 7:40 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #13   

[quote="Eternal-Lies"]
scars demiş ki:
Diyalektik Materyalizm




Çok sığ bir yaklaşım.

Lenin madde kavramını, bilinci, zihni, evrensel hareket yasalarını bir bir açıklamış ve de idealizmi alaşağı etmiştir. Marx'ın önünü açtığı yolda, diyalektik materyalizmde, Lenin gibi müthiş bir insanı görmemek böyle yorumlar yapmanıza neden olur. Ayrıca tam olarak bağlanamayız ne demek? Filozofların yaptıkları onları istese de istemese de ya idealist kılar ya da materyalist. Bunun orta yolu yoktur. Einstein görelilik kuramını açıkladı, şu yönden materyalisttir, bu yönden idealisttir gibi saçma bir şey söylenemeyeceği gibi ikisinden de bir yudum alırım anlayışı gibi bir anlayış da yoktur.

İdealist yaklaşımlar, ellerinde olarak ve de olmadan her zaman tek bir kavrama işaret ederler: Tanrı kavramı. Bu nedenle bilim alanlarında idealist bir yaklaşım söz konusu değildir. Hem idealist hem de materyalist olamazsınız. Karma felsefe diye bir mantık olamaz burda


felsefe ile ilgilisin o bellide...yazdığımı dikkatli okumanı tavsiye ederim..ben orda "Lenin madde kavramını, bilinci, zihni, evrensel hareket yasalarını bir bir açıklamış ve de idealizmi alaşağı etmiştir." şu eleştiri yapabilmeni sağlayacak bi eleştiri mi yapmışım?
bilinçten zihinden evrensel haraket yasalarından söz etmişmiyim hiç?
bilgiden söz etmişmiyim?
hayır...VARLIK tan söz etmişim....varlıksal açıdan leninde gelse başkasına gelse olan bellidir...idealizm gerçekliği kavramsallıkla açıklamaya çalışır bakınız hegel bakınız platon...
materyalizm de kavramsallığı gerçeklikle açıklamaya çalışır...lenin bile buna örnek hatta...
benim yaptığım varlıksal bir eleştiri...yoksa bilgisel zihinsel boyutunda bi eleştiri yapmış değilim....eleştiriye eleştiri ile karşılık verirken ne yönde eleştiri yaptığıma dikkat ederek eleştirirsen sevinirim Smile

ayrıca hem materyalist hem idealist olunmaz vs vs yazmışın ama yok böyle birşey...örneğin aristoteles...materyalist yaklaşımlarıda vardır varlıksal açıdan idealist yaklaşımlarıda gerçekliği gerçeklikle kavramsallığı kavramsallıkla açıklar herhangi bi indirgeme yapmaz....örneğin immanuel kant aynı şekilde gerçekliği e kavramsallığı indirgemez her ikisinide açıklar ne materyalizme ne idealizme kaymıştır...örneğin nicolaie hartmann(yanlış yazmış olabilirim adını) varlık basamaklarını falan anlatır....gerçekliği varlıksal basamaklar ile açıklar ve bunu yaparken ne materyalizme nede idealizme kayar..kavramsallığı açıklarkende her iki yöne kaymaz sadece açıklar...bi indirgeme yapmaz....yani ille idealist yada materyalist olunur diye bir şey yok...istedikten sonra her iki şeyide açıklayabilirsin birbirine indirgemeden ki yapanlarda mevcut...hatta bi başka örnek nietzsche bile bu yönde idealist yada materyalist diyemezsin tam anlamıyla her iki yönede kaymış değildir...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Sitting_Bull
Veled-i METAL
Veled-i METAL


Kayıt: Nov 17, 2007
Mesajlar: 121
Nerden: İstanbul-Vatan Caddesi

MesajTarih: Cmt Şub 23, 2008 3:19 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #14   

Bu yazı Eternal-Lies'e cevabımdır..

Dostum,yaptığın eleştiri için teşekkür ederim..
Arap âlimlerinin vahdâniyet(birlik) görüşünü savunduğu için ''Eflâtunu İlâhiye'' diye vasfettiği platon-eflatun,bir ideler(fikirler-düşünceler) âlemi tahayyül ediyordu.Her şeyden önce kelâm vardı.Kâinat-evren yaratılmadan önce boşlukta,hatta boşluğun da olmadığı akıl almaz bir âlemde mevce mevce kelâm yüzüyordu.Kâinat ''söz''le yaratıldı.Kelâm;fikir-düşünce-söz-''logos''-yani ''insan''ın menşei..
Eflâtun'un ''mağara'' benzetmesi de güzel bir misaldir..
Burada idealizm,muazzam bir mermer kütle ve bir heykeltraş tasavvur eder.Ve eşya ve hadiseler,heykeltraşın çekicinin bu muazzam kütle üzerindeki hudutsuz hareketiyle meydana gelir.Alimler,ilâhi dinler hariç,insan zekasının,beşer aklının ulaşabileceği en üst seviye olarak baktılar bu fikre..Platon,hiç bir kitap yazmayan Sokrat'ın fikirleriyle bir kütüphâne yazmıştır.O çilekeş ve muztarip Sokrat,Atinalılara ''hakikat bir ve tektir ve bu sizin kendi aklınızla uydurduğunuz sahte Tanrı'lar olamaz!''demiş ve bu yüzden gençleri zehirlediği düşüncesiyle mahkemede yargılanmış ve manifesto niteliğindeki o ünlü ''Sokrat'ın Müdafaası'' savunmasını yapmış ve baldıran zehiri içirilerek ölüm cezasına çarptırılmıştır.O ünlü sözü:Bir şey bildiğim varsa,o da hiçbir şey bilmediğimdir!..Bilgisizlik bilgisi,ilk bilgi..
Burada idealizm-materyalizm savaşı gibi kısır bir tartışmanın içine girmek istemiyorum ve sadece fikrimi söylemek istiyorum:Hakikatte durum sanıldığı gibi değildir ve farklıdır..Burada ''asıl'' ve ''gölge'' ilişkisi vardır:Asıl(fikir-ide) ve Gölge(eşya ve hâdiseler).Ve asıl gölgesine,gölgenin kendinden daha yakındır.Madde,materyal ve ruh...Burada sirâyet ve nüfuz eden şey(ruh),sirâyet ve nüfuz edilen şeyle(madde) kendini perdeler,örter.Burada perde,peçe,örtü,mânia,engel,sınır,hudud;berzahtır,ara bölge,geçiş bölgesi,dar ve sıkıntılı yer;tünel,delik,yarık,çatlak,çukur,hakikat mânâlarına gelir.(Kâinattaki-evrendeki ''kara delik''leri hatırlayınız)Ne birlik(vahdet) vardır,ne de ikilik(dualite).Burada hayatın asli karakteri ''sır''dır.Esrar,sır,bilinmeyen.Diyalektik bu ''sır'' üzerinden işler,çalışır.Sır olmazsa ''hayat-canlılık''ta olmaz.Bilgi bilinmeyenden,hayat da ölümden ödünç alınmış fenomenolojik bir olgudur.Modern fiziğin,izafiyet(kütle çekim)teorisinin babası Aynştayn, bir cümlesinde şöyle demiştir:''Hayatta edineceğimiz en güzel deneyim ve tecrübe,''sırrı'' hissetmek,sezmektir!!!''O değil O'ndan,bu yüzdendir ki O'dur!Şekil öz değil özden bu yüzdendir ki özdür.Latince Heme Ost:Her şey O'dur...Heme Oz Ost:Her şey O'ndandır!Burada panteistlerle dolayımı savunanlar anlaşmazlığa düşmüştür!Ve kader sırrı...''Ben kimim?'' diye sormak,''ölüm nedir?'',''kader nedir?'' sorusuyla mutâbıktır.Ve bu sorun bir problem değil,çözümsüz kalan bir problematiktir.Burada ''bilinmeyen-bilgi'',kaçtıkça kovalanan ''ufuk''tur,''ben''dir,''ide-fikir''dir,''zaman''dır,erilen yerde ise ''hafiye'' denir:Sonsuz varlık muhâsebesi...
Kısaca insan,çakmağını çakıp sigarasını yakarken bile bir ide-fikir sahibidir.En küçük harekette bile fikre muhtacız.Orada kastetmek istediğim buydu.Yanlış anlamışsın.
Ayrıca beni bir burjuva aydını(!) olan Harun Yahya'ya benzeterek aklınca beni ademe mahkum etmeye çalışmışsın,güldüm geçtim!Ki ben,hayatı boyunca Harun Yahya'nın tek bir kitabını dahi okumamış biriyim!Sanırım rûhiyattan(ahlak) bahsetmem sende böyle bir intibâ bıraktı.Neyse geçelim...
Gelelim Diyalektik Materyalizme..
Hakikatte hayat,zıt kutuplar arası muvâzenenin,dengenin üst-üstün nizâmı,düzeni,tertibi,toplamı,cem'idir.Diyalektik materyalizmde hayat,zıt kutuplar arası muvâzenenin,dengenin,uyumun değil,çelişmenin,çatışmanın,çatışıklığın,paradoksun,uyumsuzluğun,savaşın ve düşmanlığın,kaotik bir düzensizliği,anarşizmidir...
Muhyiddin-i İben-i Arabî'nin bütün ilimlerin özü denen meşhur sözü:Mutlak tevhid(birlik) mümkün değildir!!!Bu çözümsüz kalan problematiği aşmanın tek yolu,diyalektiklerin çelmesine takılmadan bir üst-dil,üst-mânâ,üst-diyalektik inşâ etmektir.Bunun da yolu parça fikirden değil,bütün fikirden geçer..Yani eksiksiz,tamamlanmış,kusursuz,mükemmel,tezatsız,tutarlı,içine sızılıp sistemin çökmesine sebeb olacak hiç bir açığı olmayan Bütün Fikir..Kesin Fikir..Mutlak Fikir...Böyle bir sistem-ideolocya var mı yok mu kısır tartışmasına girmek istemiyorum,aramak lazım,çilekeş bir muztarib gibi aramak-incelemek-yırtınmak-boğuşmak..Entellektüel rüküşlüklerle,gevelemelerle,zırvalamalarla bir yere varılacağını sanmıyorum..
Aslında biz kâinatla,evrenle,doğayla-tabiatla olan ilişkimizi,birlikteliğimizi,uyumumuzu kaybettik!Dengemizi yitirdik.İnsanlığımızı yok ettik.Sonunda da Hungtington'un ''Medeniyetler Çatışması'' tezinden mülhem Fukuyama'nın dediği ''Tarihin Sonu''na geldik;termodinamiğin ikinci yasası,geri dönüşümsüz sistem,Entropi sınırı;değişim,dönüşüm,yenilenme ve ilerleme buraya kadar...
En son bilimsel bir makalede okumuştum:bu gün kuantum fizikçileri dört teoriyi;elektromanyetizma,zayıf kuvvet,güçlü kuvvet,izâfiyet(kütle çekim) teorilerini birleştirip temel(kök) teoriyi,büyük birleşik teoriyi,nihâyi-son teoriyi bulmaya çalışıyorlarmış,adamlar Mutlak Fikri bulmaya çalışıp kâinatın-evrenin sırrını çözmeye çalışıyorlar...Bu ''mümkün''mü bilmiyorum,bunu zaman gösterecek..
Neyse çok hızlı yazdığım için dağınık bir yazı oldu,kusura bakma!Hatalarım,yanlışlarım varsa düzelt,eleştiri ve tenkidlerini bekliyorum...


En son Sitting_Bull tarafından Pzr Şub 24, 2008 12:51 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
SCRAPING
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: May 12, 2007
Mesajlar: 220


MesajTarih: Cmt Şub 23, 2008 3:59 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #15   

şu anda senin yaptığın ile eternal lies in yaptığının arasında bi fark yok....
sen varolanları platon ve bazı arap değil hatta iran filozoflarından alarak kavramlarla açıklamaya çalışıyorsun ama gerçekliği açıklarken yetersiz kalıyorsun....
eternal lies ise lenin i ele alarak gerçekliği güzel açıklıyor ama kavramlarıda iyi açıklayamıyor...niye tek yerden açıklamaya çalışıyorsunuz ki...
örneğin platon idealardan falan bahseder ama sana platonun parmenides diyalogunu okumanı tavsiye ederim..varlık ile uğraşan parmenides platonu baya bi güzel çürütür...derki sen herşeyi idealara bağlıyorsun ama otun çöpün çamurun pisliğinde ideaları varmı der...platonda derki yoook ne münasebet idealar mükemmel şeylerdir vs vs..ee o zaman bu pislik çöp vs vs nerden geldi?
platon başta cevap veremez sonrada idealardan pay almamışlar vs vs der....yani kavramlarla gerçekliği açıklamaya çalışır bi nebzede olsa....
haliyle sorunlar çıkar...bir üst mesajda yazdım 3 tane filozof onları okuman yeterlidir bir çok şey için....
çünkü ne idealizm ne materyalizm her ikiside varlık alanını tam anlamıyla açıklayamaz birbirine indirger durur..böyle büyük bi savaş var...ama bu işi aristoteles,kant,hartmann çözmüşler hiç bi varlıksal indirgeme yapmadan...başkada söylenecek birşey yok bu 3 filozofu okusan yeterli...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Eternal-Lies
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: Jun 28, 2007
Mesajlar: 367


MesajTarih: Pzr Şub 24, 2008 8:49 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #16   

Scraping arkadaşım, materyalistik yaklaşım her şeyi madde olarak nitelendirmez.

Çok temel olarak insan bilinci dışındaki her şey maddedir. Sokrates, ne kadar materyalistik düşünce izler taşısa da düşünceleri onu idealist düşünceye götürür. Uzlaşmaz dememin sebebi bu noktada, materyalizm ve idealizm, her hangi bir konuda olsun, uzlaşmazlar. Çünkü materyalizm idealist düşüncenin anti-tezidir...

Bu arada materyalizm ve idealizm "sentezcisi" Kant, idealist filozofların önde gidenlerindendir ayrıca. Scraping dostum,

Lenin - Materyalizm ve Ampriyokritisizm

Rakitov - Tarihsel ve Diyalektik Materyalizmin ABECESİ

bu iki kitapı okuduğun zaman anlayacaksın. Varlık, tamamen maddeye dayalıdır. Fakat bu her şey madde demek değildir.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
SCRAPING
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: May 12, 2007
Mesajlar: 220


MesajTarih: Pzr Şub 24, 2008 11:18 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #17   

Eternal-Lies demiş ki:


bu iki kitapı okuduğun zaman anlayacaksın. Varlık, tamamen maddeye dayalıdır. Fakat bu her şey madde demek değildir.


idealizmin materyalizm karşıtı olduğunu tabiki biliyorum ama hala ısrarla söylüyorum ki kavramlarıda maddeye sınırlıyorsun....
aristoteles - metafizik
hartman - almanyada yeni ontoloji
bende sna bu kitapları öneriyorum o zaman...çünkü bi kere varlığı nasıl maddeye indirgeyebilirsin ki yani ne yaparsan yap madde ile kavramları açıklayamazsın...bi yerlerden türetmeye çalışmak bana göre saçmalıktır....varlık vardır bitti bu kadar....maddeden geldi yada kavramdan geldi demek saçma...çünkü her ikiside değil...gerçeklik varlığın bir kategorisidir...kavramsallık diğer kategorisidir...olay bu kadar basit....varlığı ne gerçeklikle açıklayabilirsin ne kavramsallık ile...materyalizm yani şu an dediğim madde ile gerçekliği açıklar ama kavramları açıklayamaz onlarda gerçeklik değil işte vs vs der....hegel gibileride kavramlarla gerçekliği açıklamaya çalışıyor....o kitaplarda neler yazdığı hakkında da bilgim var merak etme sen Smile
lakin diyeceğim şudur ki varlığı belli bi yerden açıklamaya çalışma yani...çünkü gerçeklik ve kavramsallık varlığın 2 temel kategorisi...aristoteles bunu 3 e ayırır olanaklarda der ama yani oraya zaten girmeyelim....
lakin temel olarak gerçeklik ve kavramsallık vardır...kavramları görmezden gelemeyeceğine göre?
yani bi tanrı kavramını madde ile açıklayamazsın çünkü maddesi yok..yada bi demokrasi kavramını madde ile açıklayamazsın....
haa ortaçağda olduğu gibi tekiller önce tümeller sonra deyip adcılar gibi ilk önce madde sonra kavram diyebilirsin eyvallah derim ama ben buna katılmıyorum diyorum...çünkü saçmadır bana göre ne kavramlar maddeden gelir ne maddeler kavramlardan gelir...apayrı 2 varlık alanıdır...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Eternal-Lies
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: Jun 28, 2007
Mesajlar: 367


MesajTarih: Sal Mar 11, 2008 8:46 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #18   

Kavramlar ve düşünceler madde değildir zaten bu konuda materyalizmin bir çelişkisi yok.

Fakat bunlar, gerçek hayattan yansımalara tekabül ederler.

Mesela "8" sayısı diye somut bir varlık var mıdır? Bunun cevabı belli, tabii ki yok, ama 8 sayısı gerçek hayatta maddelerin yansımalarından varlığını bulur, 8 tane elma gibi...

Bilinç de öyledir mesela, biz, insan bilinci dışında var olan her şeye "madde" deriz, bilincin ise madde olamayacağı bilinç dışında var olan bilinç gibi bir mantıksızlıktan belli zaten. Fakat bununla birlikte, bilinç de madde ile anlam kazanır, dış dünyayla bağlantısı kesilen bir kimsenin veya düşüp bayılan bir kimsenin bilinci kapanır, yani maddi temelleri vardır.

Kast edilen maddi temellendirme budur. Yoksa kavramlara, düşüncelere madde diyen yok. Bunların hepsi, gerçek hayatta insan zihninden bağımsız olarak var olan nesnelerin "yansımalarının" bilinçle bütünleşmesinden var olurlar.

Diyalektik materyalizm bunu gösterir...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
aletheia
 


Kayıt: Jan 16, 2007
Mesajlar: 1228


MesajTarih: Çrş Mar 19, 2008 8:07 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #19   

PRAGMATİK BAKIŞ

dünya madde tarafından ya da tin/tanrı tarafından idare ediliyor olsaydı, arada şimdi ne gibi fark olurdu? dünyanın sahip olduğu her şeyin, bütün içeriğinin bir seferde verilmiş olduğunu düşünelim. ve şuanda da onun sonunun geldiğini ve bu andan sonra da hiçbir geleceğinin olmadığını varsayalım. bir tanrıcı/idealist dünyanın tarihini geçmişini ve içinde bulunduğu durumu tanrının eseri olarak anlatacaktır; maddeci ise aynı derecede başarı ile onun kör fizksel kuvvetlerden nasıl çıktığını gösterecektir. fakat, kavramların kendileriyle birlikte tekrar deneye döndüğümüz şeyler, bize başkalıklar aratan şeyler olduğunu düşünürsek; dünyanın sonu durumunda hiçbir şekilde saptama yapamayız ya da başkalıklar arayamayız. pragmacıya göre, her iki kuram da kelimelerle kavramlarla ifade edilmelerine rağmen, her ikisi de aynı şeydir ve tartışma da sadece sözler ve kelimeler üzerinde kalır. şimdi düşünelim, bir tanrı var, bu dünya onun eseri, eserini tamamlamış bitirmiş ve kurduğu bu dünya yıkılıp gidecektir şuanda. o tanrının değeri, kurduğu dünyanın değerinden daha fazla olamazdı. onun meziyeti de kusurları da dünya ile birlikte sona varacaktı. ve mademki gelecek diye bir şey olmayacaktı, dünyanın anlamı ve değeri de onunla beraber yitecekti,mademki gelecek yeni bir şeyler hazırlama görevinden tamamlayıcı değer de çıkmıyor, o halde tanrının değerini onunla ölçmekten başka ne yapabiliriz? diyelim ki tanrı onu bir tek defada yapabilecek bir varlıktır, bunun için ona müteşekkir oluruz; fakat daha fazlası için değil. şimdi bunların hepsini, bütün sırayı takip ederek maddenin, atomların yaptığını varsayalım, onlara da aynı derecede müteşekkir olmayacak mıyız? şu halde spiritualist ya da idealist görüşün kaba ve niteliksiz dediği maddeyi tanrının/tinin yerine koyarak ne kaybederiz? nereye bir ölümlülük ya da kabalık gelir?

evrenin sebebine madde demek, onun parçalarından hiçbirini azaltmayacağı gibi, tanrı demek de onları çoğaltmaz. tanrı eğer varsa, atomların/maddenin yapacağı şeyi yapmıştır ve ancak atomların kazanabileceği kadar minnettarlık kazanmıştır, daha fazla değil. eğer onun varlığı esere hiçbir başkalık katmıyorsa, elbette değer de katmaz. nasıl ki yokluğu da değerini düşürmez ve atomlar sahnede biricik aktörler olarak kalırlardı. her gerçek metafizik tartışmada, yine pratik bir sonuç vardır. şimdiye kadar yaşadığımız her şeyin sebebini, birtakım kanunlara göre hareket eden atomların maksatsız birleşmeleri olarak kabul etmek ile, tanrının/tinin eseri olarak kabul etmek bizim için ne gibi bir değişiklik doğurur? geçmişin olguları geçmiştir, gidecekleri yere gitmiştir, ele geçirilmiş üzerleri örtülmüştür. ister atomların ister tanrının eseri olsunlar onlardan elde edeceğimiz faydayı etmişizdir. pratik bakımdan her şeyi yapabilecek bir madde/atom, tanrıyla eş değerdir. onun işlevi tanrının işlevidir. böyle bir durumda da dünyada tanrıya lüzum yoktur ve yokluğu da hissedilmeyecektir. burada "kozmik heyecan" din için en doğru ad olacaktır. öte yandan tanrı kavramının hiç değilse şu pratik üstünlüğü vardır; o daimi olarak muhafaza edilebilecek ideal bir düzen sağlar. içinde tanrının bulunduğu bir dünya elbette sapabilir, yanılabilir hatta donabilir, fakat biz onun eski ideleri halen zihninde yaşattığına ve onları başka bir yerde yeniden filizlendireceğine inanç duyabiliriz. işte bu umut ve bekleme duruşları, ümitlere alabildiğine yol açılması tanrıya inancın kaynaklarındandır. kısacası tanrı, tinsel irade gibi görüşler bizim için bir yardım, bir imdat doktrini olmadıkça hiçbir anlamları yoktur. bu terimlerin de başka hiçbir pratik değeri yoktur.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
ahriman
Zehir Hafiye
Zehir Hafiye


Kayıt: Nov 13, 2004
Mesajlar: 204


MesajTarih: Cum Mar 21, 2008 12:04 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver
Mesaj: #20   

geroge politzer felsefenin temel ilkelerinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır
_________________
Kuş öldürenler şair olur..
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    metaltr.net Forum Ana Sayfası -> Felsefe - Sosyoloji - Psikoloji Tüm saatler GMT +1 Saat
Sayfa 1, 2, 3  Sonraki
1. sayfa (Toplam 3 sayfa)


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2002 phpBB Group
Türkçe Çeviri : Onur Turgay & Erdem Çorapçıoğlu
phpBB template by Spectre :: Ported for PHP-Nuke by nukemods.com
Forums ©
MetalTR.NET'de yayınlanan tercümeler, biyografiler, köşe yazıları, resimler ve sair materyaller izinsiz ve kaynak gösterilmeksizin kullanılamaz.
Copyright © 2004-2012 MetalTR.NET
| Yasal Uyarı



Sitemap - forumtags -
Web site engine code is Copyright © 2003 by PHP-Nuke. All Rights Reserved. PHP-Nuke is Free Software released under the GNU/GPL license.
Sayfa Üretimi: 0.40 Saniye
Untitled Document